22 Aralık 2012 Cumartesi

Birleşmiş Milletler'in Geleceği


Birleşmiş Milletler'in Geleceği 
Gazeteci, Yazar Mehmet Koçak 
Birleşmiş Milletler İkinci Dünya Savaşı sırasında Savaş galipleri tarafından kurulmuş ve üyelik için Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etmiş olmayı şart koşan bir örgüt olarak doğmuştur. San Fransisco şartının metniyle or­taya çıkan BM'ye Türkiye girebilmek için kağıt üzerinde Almanya ve Japonya'ya savaş ilan et­miştir. 24 Ekim 1945'te yürürlüğe giren kurucu antlaşması ile iç yapısı ve işleyişini düzenle­yen antlaşma 111 maddeden meydana gel­mektedir. Dünya barışını ve güvenliğini koru­mak, ülkeler arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel işbirliği oluşturmak amacıyla kurul­muş olduğu iddia edilmektedir. 
14 Ağustos 1941'de Roosevelt ve Chur-chill tarafından imzalanan Atlantik Bildirisi, 1 Ocak 1942'de İngiliz, Amerika ve Sovyet dele­gelerinin Washington'da imzaladıkları Birleş­miş Milletler Bildirisi 30 Ekim 1943'de Çin'inde imzasıyla tüm ülkelere açık kalması şartıyla uluslararası bir örgüt olduğunu içeren Mosko­va Bildirisi yayınlandı. Bu aşamaların netice­sinde Şubat 1945'de Yalta'da (Kırım) toplanan İngiliz, Amerika ve Sovyet hükümet başkanları bu planı inceleyerek Almanya ve Japonya'ya karşı savaş halinde olan ülkelerin katılımından oluşan Birleşmiş Milletler Konferansı toplan­tıya çağrıldı. 25 Nisan'dan 26 Haziran'a kadar süren bu konferansın sonunda 24 Ekim 1945' de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Antlaşması ile Uluslararası Adalet Divanı Statüsü im­zalandı. Böylece kurucular olan Amerika Fransa, Sovyetler ve Çin ile İngiltere daimi üye olarak kabul edilmiş ve veto hakkını elde et­mişlerdir. 
BM üç ana organdan oluşuyor. Tüm üye devletlerin yer aldığı Genel Kurul, Güven­lik Konseyi ve Genel Sekreterlik. Yılda bir top­lanan Genel Kurulun aldığı kararlar konusun­da yaptırım gücü yok. Teşkilatın en yetkili or­ganı yani karar alma ve yürütme yetkisi Gü­venlik Konseyi'nin elindedir. Barış sağlayacak önlemlerin alınmasını ve gerekirse askeri mü­dahale kararı alma hakkına sahiptir. Daha do­ğrusu tekelindedir.
Teşkilatın yapısı incelendiğinde büyük bir eşitsizlik olduğu dikkati çekmektedir. Bu eşitsizliğin en belirgin örneği Teşkilatın tüm yetkilerini elinde bulunduran "Daimi üyeler" statüsüdür. ABD, Fransa, Çin, İngiltere ve Rus­ya'dan oluşan bu daimi üyeler dünyanın gele­ceğini belirleme ve ülkelerin kaderini tayin et­me hakkını ellerinde bulunduruyorlar. Genel Kurul herhangi bir konu da karar almış olsa bile bu beş daimi üyeden herhangi birinin ve­tosu halinde bu karar geçerli sayılmaz. Hal böyle olunca BM'nin sağlıklı ve tarafsız bir ka­rar alması da söz konusu değildir. 
BM Güvenlik Konseyi bu beş daimi üyenin yanında 10 ayrı ülke çeşitli bölgeler­den iki yıllık süreler için seçilirler. Güvenlik Konseyi'nin toplam üye sayısı 15'dir. Sayı 15 olsa bile tüm yetki 5 daimi üyenin elinde ol­ması ve bu üyelerin veto etme hakkına sahip olmaları eşitsizliği en açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 
Bu durum bir yanlışlık sonucu olarak değil, bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Dünya barışına katkıda bulunmak ve anlaşmazlıkları barışçı yollardan halletme, gerekirse uzlaşmaz tavrında ısrarlı görünen saldırgan tarafı ceza­landırma yetkilerine sahip dünyanın en güçlü ve en yetkili teşkilatı olarak bilinen BM'nin bu eşitsizlik yapısı ile kuruluş amaçları doğrultu­sunda hareket etmesi mümkün değildir. BM' nin tarihçesine bakıldığında başarılı olamadığı açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü kararla­rı Genel Kurul değil Güvenlik Konseyi almak­tadır. Güvenlik Konseyi aldığı kararların beş daimi üyenin onaylaması şartına bağlan-ması doğru kararın alınmasını engellemektedir. Şimdiye kadar en çok alınan karar kına­malardır. 
1990'da BM'ye bağlı 10 bin Barış Gücü askeri görevli iken bugün toplam 75 bin Mavi Bereli, dünyanın çeşitli bölgelerinde görev ya­pıyor. BM'nin 1990'larda bir yıllık toplam gide­ri 455 milyon dolar iken bu rakam şu anda 3.8 milyar doları aşıyor. Haiti, Batı Sahra, Bosna-Hersek, Kıbrıs'ta Türklerle Rumlar arasın-da, Gürcistan, Lübnan, İsrail ve Suriye arasın-da, Somali, Ruanda, Mozambik, Angola, Liberya ve El Salvador ülkelerinde toplam 75 bin BM'ye bağlı Mavi Bereli görevliden 4 yıl içinde toplam 686 kişi çıkan olaylar esnasında hayatı­nı kaybetmiştir. Son 4 yıl içinde çok büyük ka­tliamlar ve işgallerin meydana geldiği ancak, siyasi yaklaşımların etkisinin BM'yi başa­rısızlığa sürüklediği örnekleriyle belgeleniyor. Kamboçya'da 22 bin kişilik Barış Gücüne rağ­men bir netice alınamıyor. Somali'de BM geri adım atmak zorunda kaldı ve karşı güçlerin karşısında yenilgisini resmen açıklayarak 3 ay sonra ülkeyi terk etmeye mecbur oldu. Ruan-da'da savaş tüm şiddetiyle devam ederken Ba­rış Gücü geri çekildi. Eleştirilerden en büyük payı, Bosna'daki icraatı ile kendi ipini çeken BM'in, Azerbaycan topraklarını işgal eden Er­menilere ve Çeçenistan'ı kana bulayan Ruslara karşı seyirci oluşu BM'nin olaylara karşı asli görevlerinden uzak beşli çetenin kontrolünde olduğunu takındığı tavırla ortaya koymaktadır. 
Son yıllarda meydana gelen gelişmeler karşısındaki başarısızlığı nedeniyle BM'e yöne­len eleştiriler teşkilatın başarısızlığı ve işlev-liği ile sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda büyük bir eşitsizlik üzerine kurulmuş yapılanması­nın değişimi ve yeni reformlara gidilmesi gün­deme gelmektedir. BM, kuruluşundan bu gü­ne hiç bu kadar sesli eleştirilmemiş ve teşki­latın işlevliği yapısı ve geleceği bu denli tartı­şılmamışdır. Bu gelişmelere 1990'larda başla­yan hızlı değişimlerle değişen şartlar içinde meydana gelen yeniden yapılanmanın getirdiği zorlamalar karşısında BM'nin iç yapısından kaynaklanan tıkanmalar ve belirsizleşen işle­yişi neden olmaktadır. 
Son zamanlarda gerektiği gibi işlemedi­ği ve her geçen gün kan kaybettiği iddia edi­len BM bu çok sesli eleştirilere neden olan yanlış ve yanlı politikaları yüzünden güvenirli­ğini ve saygınlığını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında zamanın şartlarına göre kurul­muş olan BM'nin elli yıl sonra hızla değişen dünya şartlarında geçerliliğini kaybettiği savu­nularak, kimine göre kaldırılıp her üye ülke­nin eşit ölçüde temsil edildiği yeni bir teşkila­tın kurulmasının zaruri olduğu savunulurken, bazı çevreler bu görüşe alternatif olarak BM1 nin reformlarla yeni bir yapıya kavuşturulma­sı böylece gelişmelere paralel olarak işleyişini hızlandırma, tarafsızlığını korumak suretiyle yeniden güven ve saygınlığını elde edilmesi­nin sağlanması gerektiği teklif edilmektedir. 
Bugün bu her iki görüşün tartışıldığı BM üyesi ülke başkentlerinde aldığı kararları geçerli kılamayan, iç yapısındaki eşitsizliğin sebep olduğu tıkanma nedeniyle sözü dinlen­meyen BM'nin iflasının bölgesel veya dini inançlara dayalı yeni örgütler doğuracağından endişe edilmektedir. 
İslam Alemi BM'de Temsil Edilmeli 
BM üyesi ülkelerin hiçbir yetkisi bulun­mamaktadır. Dünyayı elinde bulunduran bu beş daimi üyenin dünya görüşü ve siyasi ya­pısı alınan kararlarda etkili olmaktadır. Bu ne­denle tarafsızlık söz konusu değildir. Üye ül­kelerin, dini kültürel ve siyasi durumu göz önüne alınacak ise İslam ülkelerinin BM'de hiç bir konuda söz hakkına sahip olmadıkla­rını görmekteyiz. Daimi üyelerden ABD, Fran­sa ve İngiltere Katolik ve Protestan'dır. Rusya Ortodoks ve Çin Budist dinlerine mensuptur. Hal böyle olunca BM'de müslümanların hak ve hukukunu koruyacak veya aleyhde alına­bilecek kararları veto edebilecek bir ülke bu­lunmamaktadır. Bu duamı gösteriyor ki BM'de İslam lehine bir kararın çıkması mümkün de­ğildir. 
Bu eşitsizliği BM'nin tarihindeki alınan kararlar ve gerçekleştirilen icraatlardan gör­mekteyiz. Kısacası BM bağımsız ve tarafsız de­ğildir. Sürekli yanlış kararlar almıyor ve daimi üyelerin görüş ayrılıkları yüzünden kalıcı ka­rarlar alınamıyor. Daha doğrusu işlevliğini kaybetmiş, iflas etmiş bir kuruluş durumuna gelmiştir. Bunun çok sayıda örnekleri vardır. Bu durum 179 bağımsız ülkenin üye olduğu BM birkaç süper ülkenin emrinde olması hem eşyanın tabiatına ve hem de Tarih'in akışına aykırıdır. 
Son günlerde ortaya atılan ve iki ana görüş olarak ortaya çıkan BM'nin ortadan kal­dırılması ve Genel Kurulun karar alma yetkisi­ne sahip yeni bir teşkilatın kurulması veya BM' nin yapısındaki eşitsizliği ortadan kaldırmak için daimi üye sayısının çoğaltılıp iç yapılan­mada ciddi reformların yapılması önümüzdeki günlerde çok ciddi bir şekilde gündeme gele­cektir. BM'deki herhangi bir değişikliğe Türki­ye ve İslam alemi hazır olmalı. Türkiye İslam alemini temsilen daimi üyeliğe aday olmalı ve hazırlıklarını lobi faaliyetleriyle sürdürmelidir. 
Türkiye bu tarihi fırsatı kaçırmamalıdır. Çünkü Türkiye jeopolitik ve jeostratejik konu­mu itibarıyla doğu ile batı arasında olduğu gi­bi Hıristiyan dünyası ile İslam alemi arasında köprü vazifesi görmektedir. Türk Cumhuriyet­leri ile İslam aleminin desteğini yanına alarak yeni ve cesarete dayalı dış politikalar üretmeli­dir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder