Birleşmiş
Milletler'in Geleceği
Gazeteci, Yazar Mehmet Koçak
Birleşmiş Milletler İkinci Dünya Savaşı sırasında Savaş
galipleri tarafından kurulmuş ve üyelik için Almanya ve Japonya'ya savaş ilan
etmiş olmayı şart koşan bir örgüt olarak doğmuştur. San Fransisco şartının
metniyle ortaya çıkan BM'ye Türkiye girebilmek için kağıt üzerinde Almanya ve
Japonya'ya savaş ilan etmiştir. 24 Ekim 1945'te yürürlüğe giren kurucu
antlaşması ile iç yapısı ve işleyişini düzenleyen antlaşma 111 maddeden
meydana gelmektedir. Dünya barışını ve güvenliğini korumak, ülkeler arasında
ekonomik, toplumsal ve kültürel işbirliği oluşturmak amacıyla kurulmuş olduğu
iddia edilmektedir.
14 Ağustos 1941'de Roosevelt ve Chur-chill
tarafından imzalanan Atlantik Bildirisi, 1 Ocak 1942'de İngiliz, Amerika ve
Sovyet delegelerinin Washington'da imzaladıkları Birleşmiş Milletler
Bildirisi 30 Ekim 1943'de Çin'inde imzasıyla tüm ülkelere açık kalması şartıyla
uluslararası bir örgüt olduğunu içeren Moskova Bildirisi yayınlandı. Bu aşamaların
neticesinde Şubat 1945'de Yalta'da (Kırım) toplanan İngiliz, Amerika ve Sovyet
hükümet başkanları bu planı inceleyerek Almanya ve Japonya'ya karşı savaş
halinde olan ülkelerin katılımından oluşan Birleşmiş Milletler Konferansı
toplantıya çağrıldı. 25 Nisan'dan 26 Haziran'a kadar süren bu konferansın
sonunda 24 Ekim 1945' de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Antlaşması ile
Uluslararası Adalet Divanı Statüsü imzalandı. Böylece kurucular olan Amerika
Fransa, Sovyetler ve Çin ile İngiltere daimi üye olarak kabul edilmiş ve veto
hakkını elde etmişlerdir.
BM üç ana organdan oluşuyor. Tüm üye
devletlerin yer aldığı Genel Kurul, Güvenlik Konseyi ve Genel Sekreterlik.
Yılda bir toplanan Genel Kurulun aldığı kararlar konusunda yaptırım gücü yok.
Teşkilatın en yetkili organı yani karar alma ve yürütme yetkisi Güvenlik
Konseyi'nin elindedir. Barış sağlayacak önlemlerin alınmasını ve gerekirse
askeri müdahale kararı alma hakkına sahiptir. Daha doğrusu tekelindedir.
Teşkilatın yapısı incelendiğinde büyük bir
eşitsizlik olduğu dikkati çekmektedir. Bu eşitsizliğin en belirgin örneği
Teşkilatın tüm yetkilerini elinde bulunduran "Daimi üyeler"
statüsüdür. ABD, Fransa, Çin, İngiltere ve Rusya'dan oluşan bu daimi üyeler
dünyanın geleceğini belirleme ve ülkelerin kaderini tayin etme hakkını
ellerinde bulunduruyorlar. Genel Kurul herhangi bir konu da karar almış olsa
bile bu beş daimi üyeden herhangi birinin vetosu halinde bu karar geçerli
sayılmaz. Hal böyle olunca BM'nin sağlıklı ve tarafsız bir karar alması da söz
konusu değildir.
BM Güvenlik Konseyi bu beş daimi üyenin
yanında 10 ayrı ülke çeşitli bölgelerden iki yıllık süreler için seçilirler.
Güvenlik Konseyi'nin toplam üye sayısı 15'dir. Sayı 15 olsa bile tüm yetki 5
daimi üyenin elinde olması ve bu üyelerin veto etme hakkına sahip olmaları
eşitsizliği en açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu durum bir yanlışlık sonucu olarak değil,
bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Dünya barışına katkıda bulunmak ve
anlaşmazlıkları barışçı yollardan halletme, gerekirse uzlaşmaz tavrında ısrarlı
görünen saldırgan tarafı cezalandırma yetkilerine sahip dünyanın en güçlü ve
en yetkili teşkilatı olarak bilinen BM'nin bu eşitsizlik yapısı ile kuruluş
amaçları doğrultusunda hareket etmesi mümkün değildir. BM' nin tarihçesine
bakıldığında başarılı olamadığı açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü kararları
Genel Kurul değil Güvenlik Konseyi almaktadır. Güvenlik Konseyi aldığı
kararların beş daimi üyenin onaylaması şartına bağlan-ması doğru kararın
alınmasını engellemektedir. Şimdiye kadar en çok alınan karar kınamalardır.
1990'da BM'ye bağlı 10 bin Barış Gücü askeri
görevli iken bugün toplam 75 bin Mavi Bereli, dünyanın çeşitli bölgelerinde
görev yapıyor. BM'nin 1990'larda bir yıllık toplam gideri 455 milyon dolar iken
bu rakam şu anda 3.8 milyar doları aşıyor. Haiti, Batı Sahra, Bosna-Hersek,
Kıbrıs'ta Türklerle Rumlar arasın-da, Gürcistan, Lübnan, İsrail ve Suriye
arasın-da, Somali, Ruanda, Mozambik, Angola, Liberya ve El Salvador ülkelerinde
toplam 75 bin BM'ye bağlı Mavi Bereli görevliden 4 yıl içinde toplam 686 kişi
çıkan olaylar esnasında hayatını kaybetmiştir. Son 4 yıl içinde çok büyük katliamlar
ve işgallerin meydana geldiği ancak, siyasi yaklaşımların etkisinin BM'yi başarısızlığa
sürüklediği örnekleriyle belgeleniyor. Kamboçya'da 22 bin kişilik Barış Gücüne
rağmen bir netice alınamıyor. Somali'de BM geri adım atmak zorunda kaldı ve
karşı güçlerin karşısında yenilgisini resmen açıklayarak 3 ay sonra ülkeyi terk
etmeye mecbur oldu. Ruan-da'da savaş tüm şiddetiyle devam ederken Barış Gücü
geri çekildi. Eleştirilerden en büyük payı, Bosna'daki icraatı ile kendi ipini
çeken BM'in, Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenilere ve Çeçenistan'ı
kana bulayan Ruslara karşı seyirci oluşu BM'nin olaylara karşı asli
görevlerinden uzak beşli çetenin kontrolünde olduğunu takındığı tavırla ortaya
koymaktadır.
Son yıllarda meydana gelen gelişmeler
karşısındaki başarısızlığı nedeniyle BM'e yönelen eleştiriler teşkilatın
başarısızlığı ve işlev-liği ile sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda büyük bir
eşitsizlik üzerine kurulmuş yapılanmasının değişimi ve yeni reformlara
gidilmesi gündeme gelmektedir. BM, kuruluşundan bu güne hiç bu kadar sesli
eleştirilmemiş ve teşkilatın işlevliği yapısı ve geleceği bu denli tartışılmamışdır.
Bu gelişmelere 1990'larda başlayan hızlı değişimlerle değişen şartlar içinde
meydana gelen yeniden yapılanmanın getirdiği zorlamalar karşısında BM'nin iç
yapısından kaynaklanan tıkanmalar ve belirsizleşen işleyişi neden olmaktadır.
Son zamanlarda gerektiği gibi işlemediği ve
her geçen gün kan kaybettiği iddia edilen BM bu çok sesli eleştirilere neden
olan yanlış ve yanlı politikaları yüzünden güvenirliğini ve saygınlığını
kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında zamanın şartlarına göre kurulmuş
olan BM'nin elli yıl sonra hızla değişen dünya şartlarında geçerliliğini
kaybettiği savunularak, kimine göre kaldırılıp her üye ülkenin eşit ölçüde
temsil edildiği yeni bir teşkilatın kurulmasının zaruri olduğu savunulurken,
bazı çevreler bu görüşe alternatif olarak BM1 nin reformlarla yeni
bir yapıya kavuşturulması böylece gelişmelere paralel olarak işleyişini
hızlandırma, tarafsızlığını korumak suretiyle yeniden güven ve saygınlığını
elde edilmesinin sağlanması gerektiği teklif edilmektedir.
Bugün bu her iki görüşün tartışıldığı BM
üyesi ülke başkentlerinde aldığı kararları geçerli kılamayan, iç yapısındaki
eşitsizliğin sebep olduğu tıkanma nedeniyle sözü dinlenmeyen BM'nin iflasının
bölgesel veya dini inançlara dayalı yeni örgütler doğuracağından endişe
edilmektedir.
İslam Alemi BM'de Temsil Edilmeli
BM üyesi ülkelerin hiçbir yetkisi bulunmamaktadır.
Dünyayı elinde bulunduran bu beş daimi üyenin dünya görüşü ve siyasi yapısı
alınan kararlarda etkili olmaktadır. Bu nedenle tarafsızlık söz konusu
değildir. Üye ülkelerin, dini kültürel ve siyasi durumu göz önüne alınacak ise
İslam ülkelerinin BM'de hiç bir konuda söz hakkına sahip olmadıklarını
görmekteyiz. Daimi üyelerden ABD, Fransa ve İngiltere Katolik ve
Protestan'dır. Rusya Ortodoks ve Çin Budist dinlerine mensuptur. Hal böyle
olunca BM'de müslümanların hak ve hukukunu koruyacak veya aleyhde alınabilecek
kararları veto edebilecek bir ülke bulunmamaktadır. Bu duamı gösteriyor ki
BM'de İslam lehine bir kararın çıkması mümkün değildir.
Bu eşitsizliği BM'nin tarihindeki alınan
kararlar ve gerçekleştirilen icraatlardan görmekteyiz. Kısacası BM bağımsız ve
tarafsız değildir. Sürekli yanlış kararlar almıyor ve daimi üyelerin görüş
ayrılıkları yüzünden kalıcı kararlar alınamıyor. Daha doğrusu işlevliğini
kaybetmiş, iflas etmiş bir kuruluş durumuna gelmiştir. Bunun çok sayıda
örnekleri vardır. Bu durum 179 bağımsız ülkenin üye olduğu BM birkaç süper
ülkenin emrinde olması hem eşyanın tabiatına ve hem de Tarih'in akışına
aykırıdır.
Son günlerde ortaya atılan ve iki ana görüş
olarak ortaya çıkan BM'nin ortadan kaldırılması ve Genel Kurulun karar alma
yetkisine sahip yeni bir teşkilatın kurulması veya BM' nin yapısındaki
eşitsizliği ortadan kaldırmak için daimi üye sayısının çoğaltılıp iç yapılanmada
ciddi reformların yapılması önümüzdeki günlerde çok ciddi bir şekilde gündeme
gelecektir. BM'deki herhangi bir değişikliğe Türkiye ve İslam alemi hazır
olmalı. Türkiye İslam alemini temsilen daimi üyeliğe aday olmalı ve
hazırlıklarını lobi faaliyetleriyle sürdürmelidir.
Türkiye bu tarihi fırsatı kaçırmamalıdır.
Çünkü Türkiye jeopolitik ve jeostratejik konumu itibarıyla doğu ile batı
arasında olduğu gibi Hıristiyan dünyası ile İslam alemi arasında köprü
vazifesi görmektedir. Türk Cumhuriyetleri ile İslam aleminin desteğini yanına
alarak yeni ve cesarete dayalı dış politikalar üretmelidir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder